ANADOLU GEZGİNLERİ

Yemen Bizim Neyimize

Yemen'de kalan Osmanlı torunları için Türkiye acı vatan: TÜRKİYEMEN

'Acep ne iştir?' deyip durduk yıllarca... "Giden gelmiyor, acep ne iştir?" Hikâyenin bir kısmını biliyoruz; Yemen'i bir Türk mezarlığı haline getiren bir milyon şehit... Hikâyenin ikinci bölümünde Yemen'e gidip de hayatta kalabilmiş; ama yine de dönmemiş Türklerin çocukları ve torunları var. Kiminin babası 'paşa' imiş, kimininki 'efendi'...

Osmanlı Bab el Yemen'den çıkıp da ülkeyi terk ederken İmam Yahya, düzenin ve intizamın da beraber gittiğini görmüş. Doktorlar, hesap uzmanları, mühendisler, telgraf memurları, herkes gidecek ve sistem çökecek... Kimini yoldan çevirmiş, kalmaya ikna etmiş, elinden kaçırdıklarını mektupla çağırmış. İstanbul'a ulaşanların bir kısmı da kendi isteğiyle geri dönmüş. Ragıp Paşa onlardan biri... Cumhuriyet'in ilanından sonra bambaşka bir ülkeyle karşılaşınca İmam Yahya'ya mektup yollayıp; "Dönmemek üzere oraya geliyorum." diyenlerden biri. Paşa olarak ayrıldığı Yemen'e 'hariciye nazırı' olarak dönerken öyle küskünmüş ki, güverteden şöyle bir bakmış ve, "İstanbul'dan çıkıyorum, başım selamet." demiş. Üzerinde beyaz bir entari, yanında Yemenli bir hanım, ömrünün sonuna dek Yemenli gibi yaşamış. Ama kızı Şehriyar, "Türkiye'ye gidince neşemi buluyorum, sağlığım yerine geliyor." diyen Şehriyar, Yemen'deki evinde bir Türk gibi yaşamaya çalışıyor bugün. Celile, "Sabahı şerifleriniz hayrolsun." diyerek geliyor yanımıza. Behçet ailesinin kızları, "Nerelisin?" sorusuna, "İzmirliyim." cevabını veriyor. Evlerde patlıcan, bamya, dolma, baklava yapılıyor... Yemen'de Türkler hâlâ yaşıyor.

 

ANNE TÜRK BABA TÜRK MEMLEKET YEMEN

"Ehlen ve sehlen binti bilâdî- Hoş geldin ülkemin kızı..." Sürekli anlatan, anlatırken sıkça gözleri yaşaran, dolaplardan fermanlar, siyah beyaz fotoğraflar indiren, bildiği bütün Türkçe kelimeleri aralara serpiştiren ve Türkiye'den gelen misafirini 'ülkemin kızı' diye karşılayan bu kadın kim? Ragıp Paşa'nın kızı Şehriyar Hanım... Ragıp Paşa bir Osmanlı paşası, Osmanlı'dan sonra da Yemen'de 45 yıl dışişleri bakanlığı yapmış mühim bir şahsiyet. Cumhuriyet'in ilanından sonra bir mektup yolluyor Yemen'e: "Bir daha dönmemek üzere oraya geliyorum." Ragıp Paşa, güvertede arkasına şöyle bir bakıp "İstanbul'dan çıktım, başım selamet!" derken bilemezdi elbet, Yemenli genç bir hanımdan doğacak kızı Şehriyar hep İstanbul'u özleyecek... Fotoğraflarda küçük bir kız çocuğu, yaşlı; ama heybetli bir adamın elini tutuyor. O adam, Ragıp Paşa, elinden tuttuğu kızı Şehriyar'ı, işte o yaşlardayken bırakıp öte tarafa göçüyor. Baba-kız arasında niye bu kadar yaş farkı var; çünkü Şehriyar'ın annesi Hamuda Hanım, Ragıp Paşa'nın üçüncü eşi ve paşadan bir hayli küçük.

Türkçe öğrenen, hatta kızı Şehriyarı, Türkçe ninnilerle uyutan Yemenli anne, kocası öldükten sonra Türkçe konuşmamaya başlamış. O günlerde kızı ne sorsa ya "Unuttum." diyormuş, ya "Bilmiyorum." Gerçek, yıllar sonra, anne yaşlanıp da yatağa düşünce ortaya çıkmış; ama artık çok geçmiş. Şehriyar'ın uğradığı hayal kırıklığını bir düşünün; evi ziyaret eden Türk asıllı bir ahbap, hasta yatağındaki Yemenli kadına Türkçe soruyor: "Bir şey istiyor musun?" Kadın, aynı dilde cevap veriyor: "Hayır, hiçbir şey istemiyorum." Şehriyar çılgına dönüyor: "Hani bilmiyordun, hani unutmuştun!" Annesi söylemeye mecbur kalıyor: "Türkçe öğrenirsen beni bırakıp gidersin diye korktum." Kaç yıl geçmiş aradan, Şehriyar şimdi annesinin yaşında, yedi çocuğu olmuş; ama hâlâ aynı evde ve hâlâ Türkçe öğrenmeye çalışıyor ve annesinin onu uyuturken söylediği ninniyi hâlâ hatırlıyor: "Ninni dedim yaraşır/ mahalleyi dolaşır/ mahallenin kızları, benim güzel kızımla oynaşır, ninni..." Bitirdiğinde hep birlikte alkışlıyoruz, sonra babasının öğrettiği uyku duasını söylüyor: "...Yetmiş bin Ayet-el Kürsü, sağıma soluma dolsun..." Çocukluk hatıralarının arasından sevimli başını uzatıyor Türkçe, küçük Şehriyar'ı sofraya çağırıyor babası: "Hadi bakalım, gel bakalım..." Orta yaşı çoktan devirmiş bir kadının Türkçe kelimeler söylemesine çocuklar gibi sevinmemizde hüzünlü bir yan var aslında... Hatırladığı her kelime bir heyecan dalgasına neden oluyor, 'yorgan' diyor, seviniyoruz, 'yastık' diyor seviniyoruz... Bir dönem Atatürk'e çevirmenlik de yapan Ragıp Paşa, ülkesini terk edip Yemen'e geldiğinde, 'Paşa' değil de 'Kadı' lakabıyla çağrılmayı istediğinde ve bir Yemenli gibi giyinmeye başladığında bilemezdi elbet, Yemenli eşinden doğacak kızı Şehriyar, Türkiye'ye gidecek ve Türk kadınları gibi giyinecek... İstanbul'a geldiğinde Yemen usulü siyah abaye ve peçe yerine pardösü ve eşarpla dolaşan Şehriyar; "Türkiye'de kendime geliyorum." diyor: "Neşeleniyorum, sağlığım bile düzeliyor."

 

Bizi Türkiye'ye götürmeyecek misiniz?

Yemen'de aileler, evin adıyla tanınıyor. Beyt Behçet'te yani Behçet Ailesi'ndeyiz şimdi. Günlerden cuma, bütün aile, dededen kalma bu eski evde toplanacak birazdan. Bir cuma klasiği; önce namaz, sonra yemek, sonra gat, sonra akşama kadar gelsin çaylar, gitsin meyveler, tatlılar... Kalabalık, neşeli ve cömert bir aile... Ailenin en büyüğü Abdullah, uzun boylu, sarışın, yeşil gözlü bir adam, Yemenliler için o tam bir Türk, ilginç olan şu ki birçok Arap ülkesinde Türk olmak sarışın ve renkli gözlü olmak demek. Kız kardeş Lütfiye, küçük kardeş Abdülhekim ve sonrası karışık, kim kimin oğlu, kim kimin torunu çözmek imkânsız... Ailenin soyu İzmir'e dayanıyormuş. Yemen'e geliş hikâyesinin iki yüz yıl önceye dayandığını söyleseler de bugün çocuklar; "Baba nereliyiz biz?" sorusuna, "İzmirliyiz." cevabını alabiliyor. Babaları Hüseyin telgraf görevlisiymiş. Anneleri Huriye Hanım erken yaşta ölüp, baba Yemenli bir kadınla evlenince onların Türkçesi de sekteye uğramış. "Aslında." diyorlar, dedeler ve ninelerden sonra Türkçe unutulmuştu zaten." Osmanlı ve Türkiye sevgisi bu evde de hissediliyor. Osmanlı'nın Yemen'e, İslam için geldiğine inanıyorlar. Türkiye bahsine gelince, inanması güç; ama bizim yalnızca röportaj yapacak olmamız gençlerde hayal kırıklığı oluşturuyor; torunlardan biri soruyor: "Sadece o kadar mı, bizi Türkiye'ye götürmeyecek misiniz?"

 

Türk asıllı Hoca ve Behçet Ailesinin fertleri... Bir kısmı Adapazarlı, bir kısmı İzmirli... Gençler üniversitede Türkçe okumak istiyor.

Yemen, bizim güneyde bir yerde mi?

Diş hekimi Ranya El-Cüneyt, Türk dedesi hakkında pek az şey biliyor. Uzun boylu bir adammış, uzun yaşamış. Osmanlı ordusunu taşıyan büyük bir gemiyle Yemen sahillerine indiğinde, cins atı ve heybetli kılıcı da yanındaymış. Ranya, anne tarafından Türk, yani soyun baba tarafından yürüdüğüne inanan Yemenlilere göre Türk değil; ama o yine de "Biz Türkler" diye başlıyor konuşmaya. Hacettepe Üniversitesi'nde okurken de arkadaşlarını 'yabancı' olduğuna inandıramamış zaten. "Yemenliyim." dediğinde, "Bizim güneyde miydi Yemen?" diye soranlar olmuş. Gerçek şu ki Ranya Türklere çok benziyor ve Türkçeyi güzel konuşuyor. Yemen'i bir Türk şehri zanneden tıp öğrencilerinin cahilliğinde bile Yemen'i nasıl benimsediğimiz gerçeği yatmıyor mu? Ranya, okul bitip de ülkesine döndükten sonra, annesinin arada Türkçe kelimeler konuştuğunu duyunca çok şaşırmış: "'Siz nereden öğrendiniz bunları?' diye sordum, 'Biz zaten biliyorduk.' dedi annem. Aslında bir kısmını ben de konuşuyordum; ama o kelimelerin Türkçe olduğunu Türkiye'ye gidince anladım. Revani, tulumba, börek, baklava, lokum bizim evde hâlâ bilinir ve yapılır." u.akagunduz@zaman.com.tr

Bir de Celile var Yemen'de. Bahçe içinde, üç katlı, şoförlü hizmetçili büyükçe bir konakta yaşıyor. Varlıklı ve cömert bir aile... Biraz da ehli keyif... Biz, salona girdiğimizde, Celile, ortadaki devasa nargileyi fokurdatıyor ve bir yandan da 'gat' çiğniyordu. "Oturun ve rahat edin." dediler, "Bugün misafirimizsiniz." Oturduk ve bir daha kalkamadık zaten. İtiraf etmeliyiz ki röportaj bu evde başka bir şeye dönüştü; Yemen kahveleri, sütlü çaylar, çikolatalar, kurabiyeler, camlardaki vitraydan yansıyan renkler, buhurlar, geleneksel giysileri giyinme ve gat çiğneme tecrübeleri arasında dönen lezzetli bir sohbet... Celile de tıpkı Şehriyar gibi henüz çocukken babasını kaybetmiş. Baba mühendismiş, İmam Yahya'nın ricası üzerine Yemen'e dönüp yerleşmiş. Bilinen hadisedir; Osmanlı çekilirken Yemen'deki düzenin de uçup gittiğini fark eden İmam Yahya (İngiliz teşvikiyle kendisini halife ilan eden ve ağır kayıp verdirdiği Osmanlı'yla sonradan işbirliği yapan lider) doktorlardan, mühendislerden, hesap kitap bilen adamlardan bir grubun gitmesini istememiş, anlatılanlara göre, gidenlerden bazılarını da mektupla geri çağırmış. Celile'nin babası Halil Mustafa Hüseyin de dönenlerden biriymiş işte. Celile, Türkçe olarak; "Anne Türk, baba Türk." diyor; ama gerisi yok. Aslında şaşılacak şey, annesi ve babası Türk olduğu halde bir kadın ana dilini nasıl unutur? Üstelik anne ve baba evde hep Türkçe konuşurmuş. Hatırladığı kelimeler üçü beşi geçmiyor: "Otur, kalk, kapıyı kapat, soğuk, sıcak, üzüm, şeker, ekmek, sefa geldiniz." "Gel öpeyim seni." diyor, hep beraber gülüyoruz. Sonra, "Sabah şerif hayrolsun." diyor ürkekçe, emin değil doğru mu söyledi, yanlış mı? "Doğru, doğru..." diyoruz yine hep beraber... Babanın erken yaşta kaybedilmesi dilin unutulma nedenlerinden biri. Anne evlenip de eve Yemenli bir adam getirmemiş; ama Celile 12 yaşındayken bir Yemenliyle evlenmiş. Sokakta ve evde konuşulmadığı için solup giden Türkçe nerede yaşamış? Mutfakta, anneden miras yemeklerde; dolma, makarna, bamya, pırasa, patlıcan, lahana, aşure... Sucuğu ve erişteyi annesinden öğrendiği gibi yapıyor Celile... "Türkiye'ye gittin mi?" diye soruyoruz; gözleri doluyor. "Londra, Beyrut, Suriye... Gezdim, dolaştım; ama Türkiye... Hüzünden yoruldum orada, burası benim annemin ve babamın memleketi dedim."www.zaman.com.tr.

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol